Sabah hazırladığım rotamın 5 saat kadar gerisinde olduğum için sabah 05:00 de kalkıyorum. Kahvaltımı yaptıktan sonra video çekimimi yapıp, çantamı çadırımı toplayıp günün aydınlığıyla yola koyuluyorum. Bugün Phellos antik kentinde konaklamak planındayım ama ileride de okuyacağınız üzere planlar yine tutmuyor. Bugün yolum hayli uzun. Akbel’in 3 km kadar çıkışında ki karayolunun kenarında ki kümbetten karşıya Bezirgan yolu patikayla yoluma başlıyorum.
BEZİRGAN ÇIKIŞI
TAHIL AMBARLARI
Bezirgan yaylası öncesi ciddi dik bir tırmanış yapıyorum. Tırmanış zaman zaman zikzaklara dönüşüyor. Arada geriye bakıp muhteşem Kalkan manzarasını izliyorum. SLR fotoğraf makinam çantamda olduğu için compact makine ile pratik çekimler yapıyorum. Doğrusu burada antik yol kalıntılarına rastlayacağımı beklemiyordum. Artık tırmanışım bitti. Düzlükte kısa bir süre yol aldıktan sonra inişe geçiyorum, kısa bir süre yürüyüşün ardından daha önce okuduğum ve tarihi hayli eski olan Roma döneminden kalma tahıl ambarlarına ulaşıyorum. Ve ardından Bezirgan görünüyor. Bezirgan için birkaç evden oluşan bir yer olduğunu düşünürken beklediğimden de büyük çıktı. İşaretler oldukça belirgin, bir süre sessizliği dinleyerek yürüyorum ve köyü ardımda bırakıyorum.
BEZİRGAN KÖYÜNDEYİZ
ANTİK YOL KALINTILARI
Ve bir patikaya sapıyorum, patika bir süre sonra tırmanış yoluna dönüşüyor, ben inişe geçeceğimi hesaplarken işaretlerin beni dik bir tırmanışa sokuyor. Parkurun bu bölümü oldukça sevimsiz, sanırım yeni açılan köy yolunun moloz ve hafriyat döküntüsünden olsa gerek. Tırmanış sırasında bir su istasyonu görüyorum ve nihayet tırmanış sona eriyor. Artık mola zamanı,kısa süre su ve enerji veren pestillerden birkaç tane tükettikten sonra köy yolundan devam ediyorum ve inişe geçeceğim yapılmış babayı görüyorum. Burada bir uyarı yapmadan geçemeyeceğim. Bu etabı yürürken işaret sorunu var o yüzden babalara dikkat edin, eğer iniş noktasını kaçırdığınızda canınız sıkılabilir. İniş tahmin ettiğimden de zor oluyor, kayaların ve dikenlerin üstünden yanından iniyorum. 600-700 metre kadar bu şekilde inişim devam ediyor ve nihayet asfalt yola iniyorum. Bu yol Akbel’den devam eden karayolu. İşareti yol kenarına bakınca görüyorum.100 mt kadar sonra ikinci sarı renkli yön tabelasını görüyorum.
SPONSOR TABELALAR
GÖKÇEÖREN KÖY'ÜNE GİDERKEN
Kısa süren asfalt yürüyüşümden sonra yol tarlalara doğru sapıyor. Bir süre belimi gecen ekinler arasından yürüyorum. Tarlanın yeni sulandığından olsa gerek geçerken belime kadar ıslanıyorum, üstüne üstlük işaretleri de kaybediyorum. Kısa bir süre işaret aramalarım sonuç veriyor ve tarlanın sağ tarafında ağaçların arasından sağlı sollu yükselen bir patikaya giriyorum. Patika köy yamacından beni köy içerisine çıkarıyor. Köy içerisinde bir süre yürüdükten sonra köylülerle selamlaşıyorum, ayak üstü sohbet ediyoruz. Bir sonra ki durağım olan Gökçeören’i soruyorum. Bana caminin yanından asfalt yol boyu ilerlememi söylüyorlar. Vedalaşıp ayrılıyorum arkamdan “yolun açık olsun” temennilerini duyuyorum, gülümseyip ve el sallayıp yoluma devam ediyorum. Asfalt yol beni bir süre kavisler çize çize sarı likya yolu tabelasına ulaştırıyor. Evet özlediğim orman yolundan ilerleyecek patika başlıyor. Patika yol beni ıssız bir köy yoluna çıkartıyor. Etrafımda ki kayalıkların farklılığı dikkatimi çekiyor. Köy yolundan yürümeye devam ediyorum. Yol hafif yokuşla devam ediyor.
GÖKÇEÖREN’E DOGRU
KÜÇÜK YAYLALAR
Sağımdan deniz manzarası eşliğinde devam ediyorum. Bir süre sonra dar ve kayalıklı bir inişe geçiyorum. Bir an işaretlere rağmen yürüdüğüm köy yoluna tekrar çıktığımı düşündüm ama çıktığım yol biraz önce gördüğüm farklı kayalıkların arkasında kalan yol olduğunu anladım. Doğru yolda olduğumu anladığım zaman köy yolundan devam ediyorum, yol boyu keçi sürülerinin ve çoban bağırışlarının arasından keçi ağılına ulaşıyorum. Ağılın hemen yanında ki evde yaşlı bir teyze ile selamlaşıyorum ısrarla beni ayran içmeye davet ediyor ısrarları sonrası eve konuk oluyorum. Bahçede isminin Saima olduğunu öğrendiğim teyze bana çay ikram ediyor. Biraz sonra eşi Hüseyin Bey’de bize katılıyor. Hüseyin Bey bana fotoğraf albümü getiriyor. Bu yoldan geçen ve evine konuk olan yerli yabancı tüm turistlerin fotoğraflarından oluşan albümü inceliyorum. Kimler geçmemiş ki buradan. Bu çiftlik evine uğrayan her doğaseverin fotoğrafı mevcut.
KÜÇÜK FOTOĞRAFÇI YUSUF CAN
SAİMA TEYZEM ÇAY KOYUYOR.
Saima Hanım’ın gelini Güllü Hanım ve torunu 4 yaşında ki Yusuf Can’da aramıza geliyor. Yusuf Can öğrendiği şarkıları söylüyor bize, bizde alkışla tempo tutuyoruz Yusuf’a. Benim de fotoğrafımı albüme koymak istediklerini söylüyorlar ve hep beraber hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. küçük Yusuf Can’ın makinasıyla. Biraz sonra Saima Hanım koca bir tepsiyle yemek getiriyor bana. Tepside neler yok ki, kendi yaptıkları keçi peynirinden, yoğurt çorbasına, türlü yeşilliklerden zeytine kadar, yedikçe yiyesim geliyor hele kendi ağaçlarından topladıkları zeytinler bir harika. Evime götürmem için zeytin ve peynir paketi yapmış Güllü Hanım. Misafirperverlikleri beni mest ediyor. Bir saat kadar birlikte zaman geçiriyoruz. Ve beni evin hemen önünden devam eden işaretlerin orada uğurluyorlar. Ve ben yoluma devam ediyorum.
GÖKÇEÖREN YOLLARI
SESİZLİĞİ DİNLİYORUM
Yolun bundan sonrası oldukça güzel, tarlaların arasından düz bir yolda devam ediyorum. Bir süre sonra işaretleri kaybediyorum. Sakin kafayla etrafıma bakınca yolun sağımda kalan tarla duvarının dibinden ilerde ki terkedilmiş evin yanından ilerlediğini farkediyorum. Gerekli parkur notlarını aldıktan sonra evin yanından dar yola giriyorum ve yol antik taşlarla devam ettiği belli olan bir patikaya dönüşüyor. Kayaların yanından üstünden sağa sola dönerek ilerliyorum. Parkur oldukça güzel. Bir süre sonra inişe geçiyorum. İniş çok zorlu değil ama yorucu olabiliyor zaman zaman ve birkaç km sonra sonra Gökçeören Köyü görünüyor. Tarlaların yanında ki taş duvarları takip ederek köye girdiğimde saat 15:00’i gösteriyor.
KÖYYOLUNDA YALNIZ EV
PARKUR BOYU ZEYTİN AĞAÇLARI
Girer girmez de sarı Likya yolu tabelası beni karşılıyor. Tabelanın altında bir süre dinlenip gelen geçen köylülerle salamlaşıyorum. Yolum daha uzun olduğundan hiç vakit kaybetmeden köy içinde ki işaretleri takip ederek etrafı örülü mezarlığın yanından geçerken omzunda tırmık ve küreklerle bir köylü ile selamlaşıyoruz, evinin yakın olduğunu ve evine çay içmeye davet ediyor beni. O kadar içten davet ediyor ki kabul edip birlikte evine doğru yürüyoruz. Yolda evdekileri arayıp çay koymalarını söylüyor. İsmi Ali Karaca olduğunu öğrendiğim köy sakini ile eve kadar sohbet ediyoruz. Evin avlusunda elimi yüzümü yıkayıp bahçedeki masaya kuruluyoruz. Çok geçmeden çay ve yanında eşinin yeni yaptığı sıcak gözlemeler geliyor masaya, o kadar lezzetli ki karnım tok olduğu halde yiyorum. Bir kaç ay sonra evinin üst katlarını pansiyona çevirmeyi düşünüyormuş Ali Bey..
KEÇİ AĞILINA DOĞRU
BEZİRGAN İÇİN TIRMANDIĞIM TEPE
Birlikte fotoğraf çektiriyoruz Ali Bey ile. Birkaç bardak çay ve enfes gözlemeleri mideme indirdikten sonra Ali Bey’in eşi yolda acıkırsın diye paket yaptığı gözlemeleri çantama koyuyorum. Bu ikram ve kısa konaklamanın ücretini ödemek istesem de para almıyorlar. Herkesle vedalaşıp yol çıkıyorum. Geniş bir alana kurulu şirin bir köy Gökçeören Köy'ü. Parkura tekrar girerek, işaretlerin beni Hacıoğlan deresi boyunca götürdüğü yöne ilerliyorum.
PHELLOS’A DOĞRU
TEK TÜK EVLER VAR
Köy yolu 7 km kadar devam ediyor ve yol “S” şeklinde kıvrılıyor, sonrasında da ikiye ayrılıyor. Bir süre işaret problemi yaşıyorum. Yol bu noktada ikiye ayrılıyor, bir taraf sağdan yokuşla yukarı devam ederken diğeri aynı düzlükte sola kıvrılıyor. Doğru yolun düz sola kıvrılan yol olduğunu anlıyorum ve bir süre gidince telefon direği üzerinde ilk işareti de görüyorum. Bu toprak yolun ilerde ağaç gövdelerinin iki sıra yatay olarak konularak kapatıldığını farkediyorum. Üzerinden atlayıp hemen sağda ki pınarda mola veriyorum. Su oldukça soğuk ve içimi güzel. Suyumu burada tazeliyorum. Zaman kaybetmeden yola koyuluyorum. Yol üzerinde yapılmış babayı farkedip yola düz devam ediyorum. İlerlediğim yol beni köprünün üzerinden geçiriyor ve bir süre sonra dere yatağının yol ile nerdeyse birleştiği noktadan derenin üzerinden geçerek karşı tarafa geçiyorum.
ORMAN İÇİNE GİRİYORUM
HUGE PLANE TREE
Tarlaların arasından ilerliyorum burada işaret sorunu var ama etrafa çok sayıda baba yapmışlar. Babaları takip ederek tırmanışa geçeceğimi anladığım tepenin yamacında ki çam ağaçlarının arasından yürümeye devam ediyorum. Önümde aşmam gereken bir tepe var, hiç mola vermeden tırmanışa geçiyorum orman içerisinden. Tırmanış oldukça dik ve zorlu. Vakit hayli ilerlediğinden gün batmadan önce Phellos’a ulaşmak istediğimden mola vermiyorum. Çıkışın ilk 2 km'si beni yormuyor ama sonra 2'km kadar dik bir tırmanış başlıyor.
BÖLGEDE YAŞAYAN BOMBUS ARISI
MAKRO DENEMESİ
Uzun süren bir tırmanıştan sonra düzlüğe ulaşıyorum. Ve başımın belası dikenler yine karşılıyor beni. Elimde taşıdığım Kameramı tedbir amaçlı çantama koymak zorunda kalıyorum, çünkü diken ve çalılar neredeyse insan boyunda, ilerlerken yüzünüzü de korumak zorundasınız. 1,5 saat kadar sonra devasa bir çınar ağacıyla karşılaşıyorum ve hemen yanında bir pınar var. Çınar ağacının altında biraz eski görünse de ahşaptan sedir var. Çınar ağacını geçip orman içine giriyorum. Labirent gibi orman içinde bir sağa bir sola dönüp duruyorum. Yol uzadıkça uzuyor ama ortalıkta ne antik kent var ne de Phellos’u gösteren bir tabela.
PHELLOS HALA ORTADA YOK
GÜN BATIYOR, HALA ORMANDAYIM
Havanın kararmasına 1 saat kadar kaldı. Patika yol sonunda beni toprak yola çıkarıyor. Yol boyu hafif bir inişle yürüyorum 20 dk kadar yürüdükten sonra beni şoke eden bir sürpriz İle karşılaşıyorum. Hafif devrilmiş ve ağaçların arasına doğru eğik duran sarı renkli Likya tabelasını farkediyorum,üzerinde Phellos 4 km yazıyor ve tabela orman içerisini gösteriyor. Havanın kararmasına 30 dk kadar zaman var ve benim gitmem gereken 4 km lik orman yol. Bir anda adımlarımı hızlandırıyorum. Sandal ağaçlarının yanından, altından orta tempoda ilerliyorum. Yol sanki bitmeyecek gibi devamlı bir kıvrımla orman içinde sürüp gidiyor. Bu endişeyle ben yoluma devam ederken sol tarafımda bugüne kadar gördüğüm en muhteşem manzarayı görüyorum. Solumda ki derin vadi bulutların içinde kalmış ve ben bulutların üzerinde yürüyorum, ufukta bir kızıllık var.
PHELLOS’U ARARKEN GÜNBATIMI
BULUTLARIN ÜZERİNDEYİM
Bu görüntüyü bir daha yakalayamayacağımı düşünerek bir iki dakika fotoğraf çekiyorum. Yarım saat doldu dolacak ve ben Phellos’un ilk kalıntılarına henüz ulaşıyorum. Oldukça küçük birkaç kalıntı ve anıttan oluşan küçük bir antik kent burası ama her yer çalı ve diken. Etrafımda kamp kuracak küçük bir düzlük bile bulamıyorum ve rakım olarak oldukça yüksekteyim. Hızlı karar vermek zorundayım ve çantamdan kafa lambamı başıma takıyorum. Hava kararsa da 2 km kadar aşağıda olduğunu bildiğim Çukurbağ Köyüne inmeye karar veriyorum. Anlaşılan kısa bir süre kafa lambamın ışığıyla yürüyüş yapmak durumundayım.
GÜN BATIMINDA PHELLOS
FARKLI AÇIDAN PHELLOS
Kafa lambamın ışığında ilerliyorum. Patika orman içinde sağa sola kıvrılarak devam ediyorum. Sandal ağaçları ile sık karşılaşıyorum. Bitki örtüsü o kadar benzer ki, sanki orman içinde hep aynı parkurda dönüyorum gibi bir his oluşuyor. Yaklaşık iki saat hava kararması sonucu kafa lambamın ışığı ile yürüyüşüm sürdü. Benim için biraz yorucu ama güzel bir deneyim oldu. Köy yakınında ki zeytinlikler arasından köye giriş yapıyorum. Asfalt yoldan köy meydanına doğru ilerliyorum. Aslında niyetim bu geceyi pansiyonda geçirmek ama hava karardığından ve yorgun olduğumdan dolayı uygun bir yere çadır kurmaya karar veriyorum. Meydana yakın bir noktaya kurduğum çadırımda, önce bir şeyler atıştırıyorum. Sonra parkur boyunca aldığım notları, verileri düzenliyorumve köpek havlamaları sesiyle gözlerimi 6. güne kapatıyorum.